Sayfalar

14 Haziran 2010 Pazartesi

E3 Sohbeti

(...) (Ha-Meshuggah = Emren "Epic Buster Bitirim yani ben)

Ha-Meshuggah// says:
Hayatımda böyle abartılmış sikim gibi oyun görmedim
Bravo crytek
Fırat says:
başka kaydadeğer ne var
yoksa kapatıcam da
Ha-Meshuggah// says:
counter 2 var
Fırat says:
oooo
Mara says:
NE
Ha-Meshuggah// says:
şaka lan şaka
Mara says:
DUDE, GUY, DUDE, GUY...
fiyuv.
Fırat says:
failsın
mara
Ha-Meshuggah// says:
Sadece Episode 3 var bi de Grim Fandgo 2
Mara says:
Episod 3
Fırat says:
o zaman ben ps3 akar
Ha-Meshuggah// says:
bi de Mario: Bowser Strikes back
Mara says:
wait, wh--
Ha-Meshuggah// says:
Şaka lan onlarda yok
Mara says:
Grim Fandongo...
Ha-Meshuggah// says:
:D
Mara says:
2...
Fırat says:
mucuksssss
Mara says:
ha

Bana Vana Luga Yapma Valve!




Son günlerde çoğu acemi SDK (Source Developement Kit) kullanıcısı gibi ben de Valve'nin yamuk yumuk yamalarından şikayetçiyim. Şöyle açıklayım;

SDK'nin Map Editor'üne girdiğinizde size 2D olarak neyi nereye koyduğunuzu anlamanız için kareler (Grid) gösteriliyor. Bu kareler sayesinde hem hangi brush'u nereye koyduğumuzu hem de uzunluğunu görüyoruz.

Fakat Valve "bugları gidermek" bahanesiyle yaptığı Update'lerin birinde komple SDK ile Mod yapılabilen oyunlardaki bir diğerinde ise sadece Half Life Episode 2'nin Map Editor'unun gridlerini kaybettik. İşin kötü tarafı Valve'nin buna bir çözüm getirmek konusunda bir adımı olmaması, daha önceki "grid krizini" 1 hafta gibi bir sürede düzeltmişlerdi.

Son yaptıkları güncellemede sadece Episode 2'ye mahsus olmak üzere bu gridler yine kayboldu. SDK Base'yi çalıştırdım, SDK'yi baştan yükledim, Game Configuration'u resetledim olmadı.




Vananızı kapattırmayın bana.

-Emren"Epic Buster" Bitirim

13 Haziran 2010 Pazar

Biraderhood: Nedir ne değildir?

Biraderhood denildiğinde kafanızda pek bir şey çağrışmaması doğaldır, çünkü şu an bloguna baktığınız grup aslında kendi çapında eğlenen, birbirine laf atıp duran bir MSN grubuydu. Ancak içimizdeki(One Vüze Rules 'Em All'dan kalma) potansiyelin de farkındaydık, sonuç olarak bu blogu açma kararı aldık.


Asıl olarak saçmasapan bir cümleyle yardım istemeye çalışan bir OGZ üyesini tanrılaştıran bir "eğlencesine tarikat"ın biraz ilerlemiş versiyonu Biraderhood. Kökünün OGZ olması dolayısıyla genel bir araya gelme sebebimiz oyun elbette. Ancak buradaki kimse de hayatını oyuna adamış biri değil, herkesin bir çok farklı ilgi alanı var. Bu yüzden burada da bir çok farklı şey bulacaksınız.Umarım Şimdilik iyi okurlar, bizden ayrılmamanız dileğiyle, bir dahaki sefere de ne verirseniz verin, yine bize verin.


Post Scriptum: Şu anda sadece bir kaç yazar veya çok alakasız yazılar görüyor olabilisiniz, ancak kendi içimizde de ne olursa olsun ÖSS'ye çalışanı bilgisayar perhizinde olanı var, öyle olunca hemen haber uçuramıyoruz kendilerine.


~Mara

Hayatta Bir Gün

Ergenlik döneminde insanlar en ufak sorunları çok büyük meseleler yaparken asıl önemli noktaları kaçırır, resmin tümünü görmektense ufak bir detaya takılırlar.”

Bugünün çok da neşeli bir gün olmayacağını sabah kalktığımda bulunduğum yerin atmosferinden anlamalıydım. Işıkların solgunluğu bile günün genellikle boğuk geçeceğinin bir habercisiydi adeta.

Günün devamında(geç kalkmanın bir götürüsü olarak) yapılacak onca şeyi(kahvaltı da dahil) kaçırmanın ve genel olarak herkes eğlenirken bir oraya, bir buraya boş boş yürümenin moralime yaptığı etki de bu düşüncemi geliştirir nitelikteydi.

Ancak evrenin benimle eğlencesi daha devam edecek gibi duruyordu. Benim bu git-gellerim sürüp giderken bir an herkes ortadan kayboldu. Bir tek ben kalmıştım tanımadığım bir sürü insanla beraber, ironik olan ise bugün yapılması gerekenin o insanlarla tanışmak ve muhabbet etmek olmasıydı. Ancak yapmacık geliyordu bu, yürüdüğü yolların benzemesi dışında pek ortak noktası olmayan insanların bir kere yapacakları, sonra unutacakları bir konuşmaydı bu bana göre.

İçimdeki geçici yalnızlık hissi giderek daha kalıcı hale gelirken yağmaya başlayan yağmur, durumun özetini oluşturmuştu adeta. Doğa öfkesini ortaya çıkarmıştı yağmur damlaları şeklinde.

Ağlamak... Ne kadar da uzun zaman oldu ağlamayalı. Oysa ağlamak kişinin duygularını dışarıya vurmasıyken ağlamamak bu duyguların birikmesidir.

Ne kadar da güzel olurdu ağlamak...

Maralais'in Notu:Bu yazıyı Belgelerim'de çiziktirilmiş bir halde buldum. Dedim yazı yazıdır, paylaşayım.

Ctrl + Alt + Del, ne ola ki?

Genelde tutup buraları ya gereksiz felsefimsi yazılarla dolduruyordum ya da ergen rage'e girip "Dök İçini!" durumu yaşıyordum, ancak bugün farklı bir amaçla geldim buralara. Bir e-çizgi roman Ctrl + Alt + Del'den bahsedeceğim.

Öncelikle bir tavsiyem olacak, okuyacaksınız seriyi en başından okuyun, bunu tutup da Penny Arcade gibi belli karakterlere sadık olsa da sırf oyun sektöründen beslenen bir e-comic veya xkcd veya Cyanide & Happiness gibi sadece one-shot'lardan(tek sayılık konusu olan, her sayıda farklı şeyler işleyen çizgi romanlar) oluşan diğer e-comic'ler için söylemezdim, en fazla "Random'a basın güzel şeyler çıkıyor" derdim ama bu serinin cidden en başından okunması lazım. Çünkü karakterlerin sürekli olarak gelişen ve ilerleyen bir hayatı var, bir espriyi anlamak için 2003'te yazılmış başka şeyleri bilmek gerekebiliyor.

Hikayesinden bahsetmeye geçersek, Ctrl + Alt + Del, bir evi paylaşan tamamiyle dengesiz bir manyak olan(ancak özünde iyi biri olan, ne kadar iyi olabilirse) Ethan ve Ethan'ın manyaklığına alışmış ve sürekli olarak alay ederek serinin iğneleme kaynağını oluşturan Lucas'ın başından geçenleri anlatıyor. Tabii bu karakterler "normal" insanların aksine oyun oynamayı epey seven insanlar olduğundan hikaye bir nevi oyun sektörünün başından geçenlerle ilerliyor. Bir de bunların arasına serpiştirilen manyak bir şefin maceraları ve one-shot'lar var.

Gelelim seriyi özellikle okunası yapan özelliklere. Birincisi özellikle hafiften geek biriyseniz mutlaka güleceğiniz espriler var. İkincisi karakterlerin canlı olduğunu hissediyorsunuz. Üçüncüsü ise seri her şeyi dozunda sunuyor. Espriler tabii ki bol, ancak bu seride hüzün yok demek değil. Tam tersine, örneğin seri Ethan'la Lilah'ın çocukları olmayacağını öğrendiklerinde yaşadıkları acıyı gerçekten iyi yansıtıyor ve özellikle benim gibi bir hafta içinde  tüm seriyi okumak gibi bir manyaklık yaptıysanız , karakterlerin en başından beri yaşadıkları onca şey aklınızda taze oluyor ve  bu durum içinizi acıtıyor.(SPOILER uyarısı, seriyi iyice okumadan beyazla yazılmış kısma bakmayın) Bu yönüyle seri de ayrı bir yer ediniyor haliyle diğer seriler arasında.

Okuyun, okutturun diyorum.



İnsanlar ve Hayaller Üzerine

Bir kez daha kalabalığın içinde yürümeye devam ediyordu. Herkesin ortasındaydı, aynı zamanda kalabalığın sonundaydı. Onu görünüşte diğerlerinden ayırmak pek mümkün değildi, o da herhangi bir kıyafetle, herhangi bir şekilde yürüyordu. Ancak o kendini her zaman kanatlı bir şekilde hayal ederdi, her an ileri atılıp uçacakmış gibi. Bu yönüyle kendisini diğerlerinden ayırırdı, kanatları olan tek kişi olduğunu düşünürdü, diğerlerinin de kendisi gibi kendilerine kanatlar, zırhlar yerleştirdiğini biliyorduysa bile, görmezden gelirdi. Bunlarla birlikte, kanatlarını kullanmayı da sevmezdi. Genellikle tam ileri atıldığında, garip göründüğünü fark eder ve tekrar kalabalığın içine dönerdi.

Bir kez daha tekrar uçmaya çalışsa ne kadar absürd duracağını düşünerek yürüyordu ki, bir fısıltı duydu kalabalıkta. Fısıltının söyledikleri dinlemek istemese de, dinledi bir süre. Kanatları, ihtişamlı bir maviyle parladığını hayal ettiği kanatları öylece duruyorlardı, kanatları sadece yüktü onun için. İnsanları neden bu kadar önemsediğini düşündü bir an, cevap bulamadı.

Bir an(kalabalığın aksine) yürümüyi bıraktı, Birkaç kişinin ona çarpıp geçmesini önemsemiyordu, bu yaptığının absürd olup olmadığını da. Gözlerini açtı, ileriye bakıyordu ancak gördüğü sürekli hareket eden insan toplulukları değildi, her zaman gördüğünün aksine. O an kalabalıktaki yerini ve ona bakan(veya bakmayan) insanları bıraktı, ileriye doğru atıldı ve zıpladı.

Belki de ona öyle geliyordu, ancak kanatları uzun bir zamandan sonra gerilmişti ve rüzgara karşı durmaya hazırlardı. Onu Yedi Kuyruklu Kartal'ın yanına çıkarmaya hazırlardı.

Hayatı boyunca onun hikayelerini duymuştu. Her ne kadar kendisini hiç görmediyse de, hep onun gibi olmak istemişti. Sonuçta o Yedi Kuyruklu Kartal'dı, gökyüzünde süzüldüğünde mavi kanatlarını gören herkes onu büyük bir hayranlıkla izlerdi, en azından ona öyle anlatılmıştı. O da bu efsaneden çaldığı hayali kanatlarıyla yükselebildiğini, hiç değilse o kanatlara sahip olduğunu düşünürdü, ancak kendi kendine kanatlara sahip olsa da bir kartal olmadığını, bu yüzden uçamadığını söylerdi, kanatlarının varlığını kendisinden başka kimse fark etmemişken.
Ancak bilirdi ki özünde bir insandı o da ve bunun bilincinde olmaktan gurur duyardı, sonuçta kanatları sayesinde yine her duruma yukarıdan bakabilmiş ve kendi hatasını görebilmişti.
Ancak bu gururundan da nefret ederdi, çünkü yine kendini övmüş olurdu ve bunu yapmamalıydı, eğer yükselmek istiyorsa yapmamalıydı en azından.

***************

Heyecanla kapattığı gözlerini açtığında havada olduğunu fark etti. Yükselmenin heyecanını bastırarak ellerine baktı ve bedeninin yavaş yavaş mavi bir enerjiyle sarıldığını fark etti, zihni her zamankinden daha açıktı, mutluluğu her zamankinden daha fazlaydı. Ancak yükselişin bir bedeli olması gerektiğinin bilincindeydi, o sırada o ana kadar yaşadıkları aklına geldi. Kalabalıkla birlikte yürüyüşünde kendini beğenmişlikle alçakgönüllülük arasında gidip gelen düşüncelerini(ki alçakgönüllü düşünceleri olduğunu düşündüğünde de kendini üstün gördüğünü düşünmeden edemezdi) hatırladı. Belki de uçmamalıydı, sonuçta gökyüzünde böyle biri olmalı mıydı, hala kafası karışık biri? Uçmak için hafiflemek gerekmez miydi, kemiklerine kadar? Evet, hafiflemeliydi, bu yüzden de duygularını serbest bıraktı.

Üzüldüklerinde sadece yanında durabildiklerini hatırladı önce. Ancak biliyordu ki yapabileceği bir şey yoktu olanlar için, ileride olacaklar için hazırlanabilirdi sadece. Pişmanlığı ortaya çıktıkça rahatladı, vücudunu saran mavilik parladı. Dudaklarından belli belirsiz bir özür çıktı, sonrasında buruk bir gülümsemeye eşlik etti düşen tek tük gözyaşları. Göz yaşları pişmanlığını da alarak gittiler, yükselirken kendisine yapılan haksızlıkları hatırladı. Sonrasında içinden yepyeni bir duygunun yükseldiğini hissetti: Pişmanlığın hüzünlü mavisi yerine kan kırmızısına bıraktı, öfke hakim olmaya başladıkça onun etrafında şimşekler çakmaya başladı.

Karşısında bir sürü farklı figür belirdi: Önce uzun siyah saçlı bir kız belirdi, yeşil gözleri üzüntüsünü önemsemeden gülüyordu. Ellerinin renginin değiştiğini gördü, ağırlaştığını hissetti ama kendisini öfkesine vermeye devam etti. Sonrasında figür değişti, kısa kesilmiş saçları ve siyah gözleri alaycı bir ifadeye sahip olan yüzünü tamamlıyordu bu yeni figürün. O da öfkesiyle(nasıl yaptığını bilmeden) bir şimşek fırlattı, çıkan ses kulaklarını sağır edecek kadar yüksekti. Şimşeğin gürültüsünden daha yüksek bir sesle bağırdı. Öfkesi etrafındaki her şeyi yok ediyordu, havanın tükendiğini hissetti ama bunun düşman diye belleyecek kadar nefret ettiklerini de yok ettiğini düşündü ve devam etti. Son bir şimşek çaktı daha havada, duyduğu en yüksek sesti çıkan, sonrasında yok olduğunu hissetti. Önce kanatları enerjiye dönüşerek yok oldu, sonrasında bedeni. Bilincini kaybederken özünün düştüğünü hissediyordu. Ancak hiçbir şeyi düşünemeyecek kadar öfkeliydi, hala onlara hissettiklerini hissettiremediği için öfkesi sürüyordu. Kartala her zamankinden daha fazla yaklaşmışken düşüyordu, ancak bu umrunda değildi. Sadece ona yapılanları düşünüyordu.

İnsan İlişkileri Üzerine Volüm 3: Güven

Selfish Love, Selfish Self'den sonra insanın doğası ve ilişkileri hakkındaki üçüncü yazıma hoş geldiniz(bkz: bir okuyu kitlesi varmış gibi davranmak). İlk yazımda insanın neden ilişki kurduğunu kendimce açıklamaya çalışmış, ikinci yazımda ise insan doğasının bencil olduğu düşüncemden bahsetmiştim. Yeni yazımda da bu iki bilgi ışığında insanın ilişkilerinde nasıl bir yol izlemesi gerektiği hakkındaki fikirlerimi yazacağım. Tabii hatırlanması gereken böyle olması gerektiğini düşündüğüm, her düşündüğümü uyguladığımı da söyleyemeyecğim hani.

İnsan ilişkileri, temel olarak çıkara dayalıdır. Bir insan ile bir arada olmanız bir şekilde o kişi işinize yaradığı veya sizi rahatlattığı, mutlu hissettirdiği içindir. Bu durumda düz mantık ile bakıldığında, bir insan ötekine çıkarı süresince önemlidir. Ancak modern toplumlarda oluşan bağlar daha kalıcıdır(bununla birlikte rahatlatma ve mutlu etme duygusu olarak ifade edilen çıkarın o insan hareketlerinde istenmeyen değişiklikler yapmadığı sürece devam etmesi de bunda etkilidir), çıkar ilişkileri ise maskelenmiştir. Bu maskelenmeye rağmen çıkar ilişkilerde, ilk yazımda bahsettiğim gibi önemlidir. İnsanın çıkarlarına ters düşen birine o insan tepki verecek, kişiyle ilerlerse o kişiyle arası kötüleşecektir(ilk yazıda ifade edilen "kırmızı bağ" durumu).

Böyle bir durumda ortaklık sırasında paylaşılan önemli bilgiler ise bu yeni durumda kişiye karşı kullanılabilir. Yani, insan ilişkilerinde oluşacak bir aşırı güven ileride kişinin arası bozulduğu kişilere karşı bir koz olabilir. Peki bu durumda modern dünyanın insanı ne yapmalıdır? Bana kalırsa, yapılması gereken ilişkiler sırasında atılan adımlara ve söylenenlere dikkat etmektir. Bağ kurulan kişi kim olursa olsun(aile bu genellemenin dışındadır, çünkü içgüdüsel bir şekilde birbirine bağlanmış aile fertlerini birbirini daha fazla koruyacaktır, ancak bu durumun da birinci dereceden kan bağından ileri gittiği şüphelidir) verilen her değerli bilgi için(bir sır gibi) bir başka değerli bilgi edinerek durumu dengede tutmak, kişinin kendi çıkarları açısından en iyisi olacaktır.